Annelik bir içgüdü, çalışmak ise insani bir haktır. İkisini birden taşımaksa görünmeyen bir kahramanlıktır bence.
Günün ilk ışıklarıyla birlikte uyanan kadınlar vardır. Bir yandan kendisini, kahvaltıyı hazırlarken bir yandan çocuğunu hazırlayan çantasını toparlayan sonra da birlikte evden çıkan kadınlar… Çocuğunu okula, kreşe, bakıcıya bırakır ve işe yetişmeye çalışırken yüzüne bir gülümseme maskesi takar kalbindekileri sorgulamadan işine başlar.
Çalışan anne olmak…
Ne tam anlamıyla işte olabilirsin ne de evde. Kalbinin ve zihninin yarısı çocuğundadır yarısı da işte…
Yarıştığı şey sadece zaman değildir vicdanıyla da yarışır her gün. Çocuğumla kaliteli vakit geçirebildim mi, ona sevgimi hissettirebildim mi, eksik yaptığım bir şey var mı?…
İş yerinde tamamlanan mesai evde yeniden başlar. Kadına yüklenen görevler var ya onlardan bahsediyorum! Yemek, çamaşır, bulaşık, ütü, temizlik vs. iki mesai arasında sıkışıp kalan bir de çocuğuna iyi bir anne olmak için çabalayan kadınlar… Bir an önce günü ve sorumluklarını bitirmeye odaklanıp yorgunluktan uyuyamayan kadınlar.
Ama her sabah uyanır yeniden dener; hem iyi bir anne hem de dimdik ayakta durabilen bir kadın olmak için. Hem de önüne konulan engelleri, ayağına takılan çelmeleri dikkate bile almadan…
Görünmeyen yükleri vardır çalışan annelerin… İş yerinde eksiksiz, planlı, güçlü olmaları beklenirken evde sevgi dolu, sabırlı, ilgili bir anne olmaları beklenir. İki mesai arasındaki yol birkaç duraklık mesafe de değildir. Çoğunlukla bir varoluş savaşıdır.
Savaşınıza bir de toplumsal yükler eklenir. Toplum anneliği kutsar ama emeği yok sayar. Ne yaparsanız yapın yeterli olmazsınız onların gözünde. Çalışmak zorunda olmanız eleştirilir, çocuğunuzla yeterince ilgilenmediğiniz düşünülür, kreşe bırakmanız lüks olarak görülür.
Sordunuz mu annelere ihtiyacı ne? Öncelikle anlayış, saygı destek ve en çok da “eşitliktir”.
Tüm bu sorumluluk ve yüklere rağmen “ben küstüm oynamıyorum” deme lüksü yoktur bir kadının. Vazgeçemez; yorulsa da yürümeye, kırılsa da gülmeye devam eder. Çünkü sadece iş yerinde üreten değil bir çocuk büyüten belki onunla büyüyen ve hayatla baş etmeye çalışan kahramanlardır onlar.
Akşam olduğunda yorgunlukla başını yastığa koyup hayal bile kuramadan uykuda dalar çoğunlukla. Her sabah yeniden doğar. Ancak ertelediği tek şey kendisidir. Bir eline şefkati bir eline sorumluklarını alarak başlar günün tempolu yürüyüşüne.
Bu kadar güçlü olmak zorunda mıyız gerçekten!
Çocukların sevgiyle, güvenle sağlıkla büyümesi gerektiği düşüncesini hepimiz destekleriz. Peki ya onları büyüten anneler ne kadar iyi, ne kadar sağlıklı ve huzurlu sizce?
Çocuğunun omzunda elini hissettirmesi için kendin omzundaki yüklerden de kurtulması gerekmez mi?
Bir annenin omzunda taşıdığı huzur değil yük olmaya devam ettiği sürece çalışan her anne her sabah kendi sessiz hikayesini yazmaya devam edecektir.
Fark edilir, hissedilir, anlaşılır mı sizce?
Umarım bir gün…