"Halktan taraf yeni nesil yayıncılık"
Ara
Close this search box.

“ÇAYIN BABASI OLAN ADAMI BİLE ANMIYOR MUĞLA”

Türk Polis Teşkilatı’nın 180’nci kuruluş yıldönümünü kutladığımız bu haftada şöyle bir geriye gittim.

Dün gibi aklımızda nakşettiğimiz etkinlikler, özellikle gelenekselleşmiş emniyet mensupları ile basın mensupları arasında oynan dostluk ve gösteri amaçlı futbol müsabakaları ve eğitsel faaliyetler.

Büyük bir coşkuya sahne olan günlerdi o 7-13 Nisan tarihleri arasında kutlanan Polis Haftası.

Tabi ne oldu git gide yok oldu o günler.

Her güzel yaşanmışlıklar ve gelenekselleşmeye yüz tutmuş etkinlikler yıllara varan süreçte kaybolup gitti.

Özellikle de kentimizde.

Emniyet mensuplarının kendilerine yakın mesai arkadaşı olarak gördüğü dönemlerdeki basın anlayışı artık emniyetin o kadar da ihtiyacı olmaktan çıkmış olduğu bir mesleğe dönüşmüş olabilir. Malum sadece sahada ihtiyaç duydukları ajanslar ve o ajansların temsilcileri yeterli geliyor da olabilir.

Her neyse, bu ayrıntılar çok önemli değil, geçmişle yaşanmıyor belki ama bugün bir emniyet müdürünün ya da yönetiminin en basitinden il basınını tanımadığı bir dönemde görev yaptığımızı ve Muğla’daki Polis Teşkilatı’nın bu 10 Nisan’ı böyle kamuoyundan kopuk bir ortamda kutlanıyor olduğunu söylemek mümkün.

İletişim yetersizlikleri, emniyetin farkındalığını kentte hissettiren etkinlikler ve alışılagelmiş basın veya kurum-kuruluş diyaloglarının uzaklığı Polis Haftası’nın bugün böyle bir ortamda sönük bir şekilde, sadece sosyal medya paylaşımlarıyla kutlanan bir haftaya dönüşmesine sebep oldu.

Hal böyle de olsa yazıma Türk Polis Teşkilatı’nın 180’nci kuruluş yıldönümünü kutlamak ve bu vesileyle 31 yıllık meslek yaşamımda tanıdığım ve dostluklarımızı hala daha yaşatmakta olduğumuz, teşkilatın her kademesinde görev yapmış değerli emniyet mensubu dostlarımızı ve kendileriyle biriktirdiğimiz anılarımızı yad ederek başlamak, ve gözle görünür noksanlıkları ifade ederek başlamak istedim.

Umarım eski kutlama programlarından çok uzakta kutlanmaya çalışılan Polis Haftası etkinlikleri bundan sonraki yıllarda, geçmiş dönemlerde olduğu gibi kentimizde yeniden filizlenerek, coşkunun hakim olacağı ve bir o kadar da emniyet mensuplarına moral-motivasyon sağlamaya yönelik etkinliklerle vücut bulur dedikten sonra diğer konumuza geçiş yapayım.

Geçtiğimiz Salı günü yani 8 Nisan 2025 tarihinde, anlamlı bir etkinlik için Fethiye ilçemizde bulundum. Malumunuz Fethiye basın hayatı, mensubu olduğum Muğla Gazeteciler Cemiyeti’nin kökleri sağlam, önemli dinamiklerinden biridir.

Fethiye’de de bulunma sebebim, ilimiz ve Fethiye ilçemizin kültür abidelerinden olan ve aynı zamanda Cemiyetimizin de kıymetli üyelerinden Araştırmacı-Yazar-Şair ve Eğitimci Ünal Şöhret Dirlik hocamızı, aramızdan ayrılışının birinci yılı nedeniyle Muğla Gazeteciler Cemiyetimizin öncülük ettiği anma programıydı.

Ünal Şöhret hocamızı 8 Nisan 2024 yılında kaybettik. Aradan hızla geçen bir yılda Fethiye sevdalısı bir değerimizi ve meslektaşımızı o çok sevdiği Fethiye’de yaşatmak önemliydi. Biz de bunu programlamak için kolları sıvamış ve kısa süre içerisinde Fethiye Temsilciliğimizin girişimleri, Fethiye Belediyesi ve FETAV’ın da paydaşlığıyla bu anlamlı etkinliği gerçekleştirme fırsatı bulduk. Ne mutlu ki, her daim yüreklere dokunmuş ve aynı zamanda bir kültür hazinesi olan Ünal Şöhret Dirlik hocamızın adına yakışan bir etkinlik gerçekleştirdiğimizi ve Cemiyetimiz yönetim anlayışı olarak vefayı her zaman önceliğimiz olarak kabul ederek, görev yapıyor olmanın tarifsiz onur ve gururu içinde olduğumu söyleyebilirim.

Merhum Ünal Şöhret Dirlik büyüğümüzü bir kez daha rahmet, saygı ve özlemle andığımızı belirtirken, Dirlik ailesinin değerli fertleriyle bir araya gelmekten duyduğum memnuniyeti de ifade etmek isterim.

Bu etkinlikten yola çıkarak konuyu bir başka açıdan ele almak istiyorum. Ünal Şöhret hocamızı andığımız bu anlamlı etkinlikte konuşma yapması için ismi anons edilen an Op. Dr. Ceyhun İrgil’in konuşması açıkçası bu yazımın ana temasını da oluşturdu diyebiliriz.

Fethiye Üzümlü’de yaşamını süren, CHP 25 ve 26. Dönem Bursa Milletvekili ve aynı zamanda da tıp doktorluğunun yanı sıra yazarlık da yapan Op. Dr. Ceyhun İrgil, siyasetçi kimliğiyle anılmak istemediği vurgusuyla seslendiği topluluğa anlamlı bir konuşma yaptı.

İrgül özellikle, Bursa’da Kent Müzesi’nin kuruluşunda rol almış olmasından olmuş olacak ki, yöremiz değerlerinin yaşatılmasına yönelik buna benzer bir çalışmanın ilimizde de yapılabilmesiyle ilgili bugüne kadar sesini duyuramamış olmanın serzenişinde bulunduğu konuşmasıyla o akşam bana, bugünkü bu yazımın konusunu da sunmuştu aslında.

Bu serzenişini de, her bir değeri kaybetmeden önce de hatırlamak gerektiğinden yola çıkarak dile getiriyordu.

İnsanların ölmekle ölmediğini, unutulmakla öldüğüne dikkat çekerek yaptığı konuşmasında Dr. İrgil, “Bu ülke yaşarken insanlara değer vermiyor, öldükten sonra değerini anlayabiliyor. O değerler yaşarken isimlerinin bir yere verilmesi lazım. Fethiye’de bir ilk olarak Edebiyat-Kültür Müzesi açma hedefimiz vardı. Bunun için de Ünal Şöhret Dirlik hocamız bize yardım ediyordu. Burada Fethiye’de yaşamış ve yaşayan şair ve edebiyatçılar için bir köşe yapmak istiyordum. Çok çaba gösterdik ama hala başaramadık. Kendi memleketimize kent müzesi inşa etmek istiyoruz. Umarım ki aydınlığın şehri olan Likya’ya böyle bir projeyi kazandırabiliriz” diyerek, bundan önceki Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün’ü aşamadıklarından da dem vuruyordu satır aralarında.

Şaşırdık mı elbette hayır.

‘Memleket hayrına yapılacak her şeye ‘olmaz’ deyip, üstüne bir de parmak gösteren birinden kurtulmuş olmak bir memleket için ne büyük şans. Belki bundan sonra bu proje Fethiye’de hayata geçebilir’ diye söylenmek gelmişti hatibi dinlerken içimden.

Neyse, nasılsa Gürün’ün bu memlekete ilk kaybettirdiği bir kazanım değildi Fethiye Kent Müzesi projesi. Kimi dinlemişti ki, bu yaşına kadar o esiri olduğu egosu yüzünden.

Ha aklıma gelmişken; o egosunun yansıması durumundaki kararan siluetini en son ‘müze yapıyorum’ diyerek vatandaşın paralarını çar çur ettiği, ne işe yaradığı belli olmayan ve bugün Muğla Planlama Ajansı (MUPA) olarak hizmet veren beton yığınındaki bölgesel çiftçi raporu tanıtım toplantısında rast gelmiştim.

Gülümsemenin hakim olduğu o ortamda, karartı halindeki siluetiyle sırıtan bir ayrıntıydı açıkçası. Bence bu tür ortamlara daha az katılmasında yarar var ortamın sinerjisi açısından. Ya da davet edildiği ortamlar davet ediciler tarafından bir kez daha gözden geçirilmeli.

Osman Gürün’ün olumsuz sinerjisinin yazımızı etkilemesine izin vermeyelim ve konumuza dönerek, devam edelim.

“Halkın açtığı hiçbir müze yok” diye sözlerine devam eden dönemin siyasetçisi, Op. Dr. Ceyhun İrgül, müzelerin aslında kendisi için önemli olmadığını ancak müzelerin hatıraların toplandığı bir alan olduğuna inandığını da dile getirerek, şöyle devam ediyordu:

“Hatıralar yoksa kentin ve insanın bir değeri yok. Ünal Şöhret Dirlik’de öyle. Kendisi o eserlerini bugün bırakmasaydı belki onu da bilmeyecektik. Bu insanların öyküleri yarım kalmasın. Türkiye’ye çayı getiren çayın babası olan adamı bile Muğla anmıyor. Her şeyi kayıt edelim. Bu değerlerin kitaplığını koruyalım. Sokak, caddelere adlarını verelim. İnsanlar böyle yaşatılır. Birini anmak için ölmelerini beklemeyelim” diye konuştu.

Sayın İrgül’ün konuşmasındaki aklımda kalan bölümleri sizlerle paylaşmak istedim. Bu düşüncelerin ve yaklaşımın altına imza atabilirim.

Zihni Derin’i kast ederek, “Türkiye’ye çayı getiren çayın babası olan adamı bile Muğla anmıyor.”

İşte konuşmanın mihengi diyebileceğim cümle.

Bu cümle; şehircilikte, kültürde, yerel yönetimlerde, değerlere sahip çıkmada, geleceğe aktarmada nasıl bir seviyede olduğumuzu gözler önüne serer nitelikte.

Neyse ki, günümüze döndüğümüzde Sayın İrgül’ün bu söylemlerine muhatap alacak bir büyükşehir belediye yönetiminin var olduğuna inanıyorum. Bunu etkinlik sonunda kendisiyle de paylaştım. Bir o kadar da bu konuya mihmandarlık ya da elçilik etmiş olmak da benim için kıymetli. Kaldı ki daha önce de buna benzer bir konuda Belen Değirmeni işletmecisi Hasan Şimşek’in Muğla’ya özgü yürüttüğü kültürel çalışmalardan da söz ettiğimde aynı inancı taşıdığımı ifade etmiştim.

Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin bu gibi öneri, proje ve çalışmalara önem vererek, kayıtsız kalmayacağını düşünüyorum.

Sonuçta kent ya da başka alanlarda ismi ne olursa olsun, oluşturulacak müze ve benzeri kurumların yaşadığımız bölgenin kimlik ve kültürel yapılanmalarının gelecek nesillere aktarılmasındaki önemi tartışılamayacağı gibi hani hala daha hayata geçiremediğimiz ama hep üretilen bir laf olarak kalan kültür turizminin, belki de başkaca çeşitlilik kazanacak alanların kapılarını aralayacaktır.

Yeter ki bu kazanımları, özümseyip, benimseyerek ufkunu bu yöne çevirme vizyonuna sahip yerel yönetimlere sahip olduğumuz günlere ulaşalım.