"Halktan taraf yeni nesil yayıncılık"
Ara
Close this search box.

HERKES YAZDIĞI (SERDİĞİ) HALININ ÜZERİNE OTURUR

Türk siyasi ortamı darmaduman.

Ülke siyaseti bugüne kadar ender rastlanan bir kaotik ortamı teneffüs etmekte.

Gelişmeler kaygı verici.

Toplum siyaseti bir köşeye bırakın, her şeye karşı güvenini yitirmiş durumda.

Hele ki son yaşanan parti değiştirme gelişmeleri, bu görevler öncesindeki adaylık belirlemelerinde ön seçim yönteminin sağlıklı olabileceğine olan işaretleri yoğunlaştırmış durumda.

Sanki ülkede hangi yöntem uygulanırsa uygulansın sağlıklı bir ortama ulaşılabilecekmiş gibi.

Haliyle herkes kötünün iyisinin arayışında çünkü iyi ve doğru kavramı kayıp, hatta yok hükmünde.

Önseçim demişken..

Bu yöntem aday belirleme süreçlerine sağlıklıymış gibi bir savunma mekanizması oluşturmuş olsa da, ben hala bu yöntemin de sağlıksız olduğuna inananlardanım.

Bugün bir şehirde ‘önseçim yapılsa şu isim silme götürür’ yorumu yapılabiliyorsa ki yapılıyor, bu da savunduğum sağlıksız tezini doğrular nitelikte.

Gerçi yaşadığımız şehirde her yapılan yorum CHP’nin yerel iktidarlığı üzerinden gerçekleşiyor.

Bu da çok doğal. Malum yerelde iktidar olan parti.

Yani CHP, adaylık belirleme yönteminin de lokomotifi durumunda bir bakıma.

Diğer partilerin aday belirleme yöntemleri CHP’nin popülaritesine ulaşabilmiş değil.

İşte bu yüzden daha ziyade CHP üzerinden görüş ortaya konmakta.

Dikkat edin yazı kaleme alan yazarlar bile CHP siyaseti üzerinden okuyucu veya takipçi kovalamakta. Yani müşterisi çok.

Bir yerde kitabı ortasından okumak gibi kolay oluyor CHP siyasetini yorumlamak.

Malum malzeme de çok ama hal böyle bile olsa ben daha çok halk odaklı bakmak istiyorum konuya.

Yani halk bu işin neresinde diye.

Birilerinin adaylığı ya da seçilmesine ortaklık etmenin odağında halk yok, toplum yok, irdelenmesi gereken seçmen kafası yok mesela.

Bizim siyasette adaylıkların nasıl belirleneceğiyle değil, seçmen kafa yapısının değişmesine ufuk açacak yöntemler üzerine görüş belirtmemiz gerektiğini savunanlardanım.

Çünkü aday popülaritesinde CHP siyasetinin gerisinde kalan partilerin çıkaracağı adaylar CHP’nin adaylarına değil, CHP’ye yenilmekteler.

Hal böyle olunca önseçimli ya da önseçimsiz servis edilen kim olursa olsun her şekilde seçilebilmekte bu şehrin siyasi ortamında.

Hem de aksini düşünmeyi bırakın, hayaline bile yer olmadan.

Hatta seçim ortamı bile öyle bir hal alıyor ki, partilerin adayları arasındaki yarış değil, tek bir partinin aday adayları arasındaki adaylık yarışına dönüşüyor adeta.

Aday olmayı başarabilen zaten ipi göğüslüyor.

Her türlü garantili süreç.

Dolayısıyla da projesiz, vaatsiz bir seçim ortamı kaçınılmaz oluyor.

Proje anlatmak yerine Ankara’da adaylık kovalamayla geçen sürenin ardından seçim bölgesinde göstermelik bir iki turla göz boyama da denilebilir bunun adına.

Sonrasında da nasılsa göç yolda düzülür kafası.

Yani demem o ki; hangi yöntemle aday belirlenirse belirlensin vatandaşın önüne konan her aday, değişmesini arzu ettiğimiz seçmen zihniyetiyle zaten her türlü sonuca ulaşmakta.

Ayrıca ‘önseçim olursa şu isim silme götürür’ savının sonucunda, otomatik olarak Muğla ve benzeri seçmen anlayışına sahip şehirlerde belediye başkanı ya da milletvekili seçilebilmek sorunsuz mümkün.

Yani birilerin yaptığı üyelikler ya da delegelikler, önseçim denilen gaz alma yöntemiyle bir şehrin kaderini oluşturmuş da olabiliyor bu durumda.

Kaldı ki gerçekleşmiş bir parti kurultayının bile şaibeli olabileceği konusunun gündeme oturduğu bir ortamda pek tabi ki aynı girişimlere önseçimler de şaibeli hale gelebilir.

O halde neymiş, önseçim yöntemi de uygun bir yöntem değilmiş.

Tabi bu benim bakış açım.

Özlem Çerçioğlu’nun AK Parti’ye geçiş gelişmesi her ne kadar önseçim yöntemini tetiklemiş olsa da, artık daha yeni şeyler söylemek gerektiğini veya daha yeni yöntemler üzerine kafa yorulması gerektiği görüşündeyim.

Sonucu belli olan önseçime, kamu vicdanında yer bulmuş yöntem denilebilir mi?

‘Muğla’da ön seçim olursa şu götürür’ ifadesi bu kadar meşru hale gelmişken, bu yöntemin doğru yöntem olduğundan nasıl söz edilir?

Görülüyor ki Türk siyaseti, toplum bazlı olmadığı gibi demokratik yöntem diye adlandırılan yöntemleri bile gerçekleştirebilmek hünerinden oldukça uzak.

Neyimiz doğru işine doğru gidiyor bu durum.

Yeni yöntemlere olan ihtiyaç aşikar.

Parayı basanın adaylık kaptığı bir siyaset sistemsizliğinde toplum ya da halk mevhumu bu sistemsiz sistemin neresinde yer alabilir ki?

Bakınız yazılıp çizilenler, o yazılıp çizilenlere yönelik açıklamalar, konuşmalar, dedikodular, telefon trafikleri bile önce hep siyaset-bürokrasi-basın üçgenini kapsar.

Yazılıp çizilenlere olan merak, önce, sözünü ettiğim üçgenin içinde bulunanlarca değerlendirilip, gündem oluşturur.

Halk bu üçgenin hep dışındadır aslında.

‘Bak ben ne yazdım’ şakşakçılığının yanında, ‘bak şu bugün ne yazmış’ yaklaşımları, yapılan tespitler, kavgalar, sürtüşmeler, laf dalaşları ve ayak oyunları, gelişmelerden beslenmeye çalışan ve buralardan gündem oluşturmaya çalışmalar, halkın dışında kaldığı bir sarmalın ortaya konduğu gelişmelerdir.

Halk nerede devrededir? Sadece oy kullanırken.

O oy kullanmanın gerektirdiği seçim ortamı da bizim gibi şehirlerde merak ve heyecana gebe bir ortam da değildir.

Adaylıkları ve sıralamaları kapmış olanlar için bile heyecanlı değildir.

Seçmenin de yaptığı, yerelde ya da genelde kendisini temsil edecek veya hizmet edecek kişiyi seçmeye değil, partisinin tasarrufunu onamaya giden bir mekanizmanın parçasıdır.

Refleks koymayan halk, sonra da tuttuğu takımın adayı tarafından beklentisine karşılık bulamayınca da, başlar feryada ama sonuç nafiledir çünkü aynı kafa yapısıyla bir diğer gelecek seçimde de önüne konan ismi de sadece tuttuğu takımın adayı diye onayıp, seçecektir.

İşte bizim mahallenin bir seçim ve adaylık ortamının özeti.

O zaman bu önseçim naralarını boşa atmaya gerek var mı?

Elbette yok.

Bizim siyaset anlayışımız veya parti yönetim biçimlerimiz, halk içinde muteberliği değil, liyakati hayatının merkezine koymuşları değil, siyaseti bir meslek olarak düşünmeyip, ikbal beklentisi olmayanlara değil, şehre hizmet edebilecek isimlere yönelmeye değil, önseçim gazıyla ya da atamayla bile olsa bir şekilde kendini aday yaptırmayı başarmış kişiyi seçmenin önüne koyup, seçtirmesine hizmet eder.

Böyle bir ortamda fazla söze gerek yok. Her defasında aynı şeyleri tekrarlayıp, farklı sonuçlar beklemeye de gerek yok.

Hal böyle olunca parti yönetimlerinin nasılsa ‘neyi koysak seçiyorlar’ kafasının yansıması ne zaman tepki olarak sandığa yansır açıkçası umudumuz yok.

Bu durumda soruyorum; partiler mi, adaylar mı yoksa takım tutar kafasından çıkamamış, refleks ortaya koymaktan bihaber seçmen mi sorgulanmalı?

O zaman koyuna benzetilen tek bir seçmen yapısı kabul edilemez.

Takım tutar gibi parti tutan her partili de, kendi koyunluğunu görebilmeli.

Göremedikçe de, partilisinin yapısını bilen parti yönetimleri, kendi bildiklerini okumaya devam edeceklerdir.

Sonra da sızlanmaya kimsenin hakkı yoktur.

O zaman bu yazıya denk düşen Muğla’mızın bilindik bir sözüyle sonlandırayım;

‘Herkes yazdığı (serdiği) halının üzerine oturur’

Nokta.