Bir garip Menteşe’yi, bizim hala dilimizdeki haliyle Muğla Merkez’i garipsediğim birkaç haliyle değerlendirmek istedim.
Bir il düşünün.
İlçeleri doğal güzellikleri ve turizmiyle öne çıkmış ama gelin görün ki, bürokrasisinin ana kenti Menteşe olan bir il.
Bir o kadar da ilçelerinin gölgesinde kalmış bir şehir.
Bunu bilmeyen mi var? Yok.
Biliyoruz diye hiç mi iki kelam etmeyelim.
Malum turizm şehri Muğla.
Evet, doğru ilçeleriyle turizm şehri Muğla ama bürokrasisinin yürütüldüğü merkez Menteşe.
Hani şu geçmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün’ün yönetimi döneminde Turizm Daire Başkanlığı bile bulunmayıp, şube müdürlüğü gayretiyle iş yürütmeye çalışılan turizm kentinin belediyesi.
Ülke girdilerine turizm alanında en fazla katkı sağlayan illerin başında geldiğinden söz edilen ancak İl Kültür ve Turizm Müdürünü biz gazetecilerin bile tanımadığı bir şehir.
Böylesi bir kent merkezinin ilçelerinin gölgesinde kalması elbette ki olası.
Gerçi ilçeleri de uçmuş değil.
Doğal coğrafi güzelliklerle ve bu işi sürdürülebilir kılan turizmcilerin girişimiyle işi kurtaran bir yapıda.
Tabi bu geri kalmışlık, her seçim dönemindeki belediye yönetimine talip olan adayların baş vaatleri olarak Menteşe’nin de turizm alanında özellikle de kültür turizmi alanında nasıl kalkınabiliri huzurlara getirmeleriyle gündem oluşturur.
Ancak bu işte gram ilerlenebilmiş değildir.
Menteşe’de nasıl oluşturulacak bu kültür turizmi olgusu mesela?
Geliştirilecek, sunulacak, gösterilecek, gezdirilecek neresi var?
Birkaç oluşturulmuş rotayla mı?
Yoksa panayır misali yayılıp durduğumuz pazarlarla mı?
Elimizde tarihi yapılardan oluşan bir hammadde var ama sadece var.
O var olan yerler de zaten belediyelerin birimlerine dönüştürülmüş.
Neredeyse tüm tarihi ve kültür turizmine hizmet edebilecek nitelikteki yapılara belediyeler konuşlanmış.
Şehri şehir yapabilecek düzeydeki en verimli alanları kamu dairelerinin işgali altında.
Böyle şehirde turizmden bahsetmek ya da şehre ziyaret edecek yerli ve yabancı turistlere sunum yapabilecek alanlar sunmak ve oluşturmak kolay mı?
Hiç değil.
Kentsel vizyonsuzluğumuz bunlarla da sınırlı değil.
Mesela, Kültür Evi, Zahire Pazarı, şehrin göbeğindeki Atapark.
Her biri toplumun sosyalleşmesi adına oluşturulmuş, kendine has bir dokusu olan yerler.
Bu sözünü ettiğim yerler Atapark dışında Menteşe Belediyesi’nin işletmesi durumunda hizmet veriyor.
Veriyor vermesine de lakin Pazar günleri kapalı.
Pazar günleri zaten şehirde in cin top oynuyor.
Herkes akın ediyor Akyaka’ya veya civar yerlere.
Böyle iyi.
Ne işimiz olur elalemin gelen turistine memleketi gezdirecek
İhtiyacımız da yok zaten.
Sonra sakinliğimizi sevecekler, gelecekler, şehir maazallah büyüyecek, gelişecek.
Böyle iyi.
Çocukları okuturuz ya da okumasa da olur.
Nasılsa dönüp gelince okuldan belediyeye de ‘işe guyduk mu’, işlem tamam.
Kafa böyle olunca, şehir nüfusunda yaşayan her üç kişiden ikisi zaten belediyelerde çalışmış oluyor zaten.
Bu durumda olası bir seçim ortamında başka bir vizyonal bakışa geçit verilmesi mümkün olabilir mi bu şehirde?
Tabi ki olamaz.
Belediyede çalışanların ve ailelerin oylarıyla mevcut CHP’li belediyelerin adayları da zaten seçime 20 bin oy önde başlıyor.
Böyle bir yaşamsal stil şehir için en uygun olan stil.
Bu nüfus aralığındaki bir şehirdeki bu belediye çalışanı oranlamasına bakıldığında, bu şehirden olsa olsa adres belli olsun, cumartesi pazarı olan bir işimiz ve hatırı sayılır da bir maaş olsun yeter.
Bu kafadaki kolaylığı seçmiş bir şehirde, turizm olur mu, yatırım olur mu, istihdam olur mu, gelişmiş şehir ölçeğinden söz edilir mi?
Sen bu kadar rahatına düşkün memlekette, her üç kişiden ikisinin belediyelerde işe girdiği yerde turisti kimlerle nereleri gezdirecek, hangi işyerlerinde hizmet verecek, neyi tattıracak, neyin sunumunu yapabileceksin?
Zaten sokaktaki vatandaş bile artık belediyede para yok mazeretini yönetimler kadar yapma çığırtkanlığını yapmaya başlamışken…
Seninki de laf mı Süleymancım.
Bu rahatlığa sahip bir yapıdan şehrin turizme açılıp, gelişmesini istemesi beklenebilir mi?
Ama Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Menteşe’ye gelince esnaftan işyerlerini açmalarını bekleyip, ‘ne güzel şehir’ dedirtip, göz boyamak gibi bir çözümcül bir yaklaşım beklenebilir.
Bu yaklaşımı sergileyenleri alkışlıyorum.
Kısa zamanda büyük bir iş başarmış oldular ve günü de hatasız kazasız tamamladılar.
Var olanla yetinmek diye ben buna derim.
Bari bundan sonra seçim vaatleri arasında kültür turizminden ve markalaşmadan falan bahsetmeyi bırakalım.
Nasılsa var olana herkes razı.
Muğla’nın meşhur bir sözü vardır; herkes yazdığı halının üzerine oturur diye..
Durum aynen de böyledir.
Bu işler, bize bu halimizle uzak.
Tarhanayla, düğün yemekleriyle yayılmaya, yaşamaya ve bunu kültür turizmi diye adlandırmaya devam.
Ben de buna; adı büyük ama kafalar kasaba demeye devam edeceğim.
Eleştirirken, Belediye yönetimlerine önerimi de yineleyeyim.
Dokusu olan ve herkesin oturup kalkabileceği Kültür Evi’ni, Zahire Pazarı’nı ve Atapark’ı Pazar günleri de açın lütfen.
Turizm bizim yapabileceğimiz bir iş değil gibi gözükürken, bari şehirde insan sirkülasyonu var olsun.